Nâzım Hikmet Kültür Merkezi-İzmir’in yeni dönemde başlatacağı atölyelerin biri de, Sanat Tarihi Atölyesi kapsamında yürütülecek olan “Devrimler Çağında Sanat: Fransız Devrimi’nden Avangarda” başlıklı. Dört haftalık bir sürece yayılacak olan atölyenin hedeflerini, kapsamını, yaklaşımını, atölyenin yürütücüsü ve aynı zamanda NHKM yönetim kurulunda görev alan Yiğit Günay ile konuştuk.
NHKM-İzmir’in çalışmalarını takip edenler için yabancı bir isim değilsin ama yine de kısaca kendini tanıtmanı istesem.
Lisansta Boğaziçi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası ilişkiler okudum. Amacım akademisyen olmaktı ama akademinin halini gördükten sonra vazgeçtim. Lisansta seçmeli ders olarak aldığım Sanat Tarihi eğitimime İstanbul Üniversitesi’nde yüksek lisansla devam ettim. Tez konum “Sovyet Avangard Sanatı”ydı.
Daha önce Sovyet Avangardı üzerine NHKM’lerde sunumlar yapmıştın ve hayli ilgi çekmişti. O sunumun ayrıntılı bir hali mi bu atölye?
Hayır. Sunumda daha sanata içkin bir tartışma yürütmüştük, daha biçimsel ve teorikti. Bu atölye ise başka bir hedefe ve mantığa oturuyor. Birincisi; sanat tarihi ve genel olarak sosyal bilimler öğrenirken eğer biraz da temeliniz varsa bir noktadan sonra farklı fikirlerle tanışsanız da yepyeni bir şeyler öğrenme merakınız tam olarak tatmin olmuyor. İkincisi; Türkiye’de okumuş kesim dünyadaki birçok ülke ile karşılaştırıldığında entellektüel birikim açısından arzu ettiğimiz noktada olmasa da hiç fena durumda değil. Türkiye’de ortalama genç mutlaka Rus Edebiyatı bilir, hem eski hem yeni filmleri takip eder, İran sineması bilir ve bir yandan da mesela son zamanlardan örnek olsun, Parazit filmi çıktığında izlenir ve yaygın olarak tartışılır. Şiirle öyle ya da böyle ilişkisi vardır. Fakat görsel sanatlarda 12 Eylül darbesiyle birlikte muazzam bir kopuş olmuş. Türkiye’de benzer şekilde yine ortalama bir okur yazar gençten üç ressam saymasını istesek sayamaz ve bu diğer alanlarla kurduğu ilişkiye kıyasla saçma bir durum. Ki, Türkiye’de böyle güçlü bir gelenek olmasına rağmen 12 Eylül sonrasına devrolmamış.
SANATA VE SİYASETE DAİR BİLGİLERİN BOYUTLANMASI
Öyleyse yürüteceğin atölyenin amacını kısaca özetlersek ne diyebilirsin?
Birincisi; sanat tarihi hakkında kısıtlı fikir sahibi olan ya da hiç fikri olmayan ama genel olarak insanlık tarihi bilen, az çok siyaset bilen insanların o bilgilerinin üzerine başka bir boyut eklemek.
İkincisi; sanat tarihi eğitimi alan ya da özel olarak bu alanla ilgili olan insanlar açısından da bütün bu sanat tarihinin toplumsal tarihle bağını kurmak.
Sanatın, tarihin, siyasetin ve toplumların iç içe geçtiği bir atölyeyi mi anlamalıyız buradan?
Öyle akademik disiplinler arası olmak gibi bir iddia değil bu, ama sanat tarihini aynı zamanda o dönemin toplumsal tarihinin ilerleyişiyle beraber inceleyeceğiz diyebiliriz.
Hem sanatta hem de tarihte yaklaşımların önemli olduğunu düşünürsek, sanat tarihi söz konusu olduğunda “yaklaşım” kavramı daha özel bir yere oturmuş oluyor. Siz atölyede sanat tarihine dair nasıl bir yaklaşım sergiyeceksin?
Sanat tarihi disiplininde yaklaşımlar olarak baktığımızda, bizim atölyemizin konusu doğrudan eser çözümlemesi olmadığı için o yaklaşımlardan ziyade daha temel bir anlatı var. Dört hafta boyunca katılımcılar hem dönemin sanat tarihine dair metinler okuyacaklar hem de döneme dair doğrudan tarih kitaplarından anlatıları, sonrasında yürütülen teorik tartışmaları ve edebi eserleri okuyacaklar. Çünkü diyelim ki biz Goya’yı öğrendiğimizde atölyenin hedefi Goya’nın eserlerinin derinlikli çözümlemelerini yapmak değil; Goya’yı bilelim ama yaşadığı dönemi bilelim, yaptığı eserlerdeki gidişatın hangi toplumsal bağlama oturduğunu, kendi sanatsal çizgisi içindeki kırılmaların toplumsal tarihte nerelere denk düştüğünü ve onlarla nasıl bir etkileşim içinde olduğuna dair fikir sahibi olalım; genel olarak dönemin hissiyatını ve toplumsal psikolojisini kavrayabilelim.
Sanat Tarihi dediğimizde binlerce yıllık bir alandan söz ediyoruz ama bu atölye özel ve devrimci bir döneme odaklanacak. Neden bu dönemi seçtin?
Birkaç sebebi var. Sanat tarihini anlamak açısından çok verimli bir dönem. Neoklasizmden başlayıp Avangard’a kadar getirdiğimizde, genel olarak sanat tarihine ve bugünün sanatına dair temel oturtmak açısından en kritik dönem budur. İkincisi, benim kişisel ilgim. Mesela çok hoşuma gitmesine rağmen Osmanlı minyatür sanatı bilmem, dolayısıyla anlatamam.
GÖRSEL HAFIZAMIZDAKİ İMGELERİN TOPLUMSAL BAĞLAMINI ARAMAK
Hazır kendi kişisel ilginden bahsetmişken; hem sanat tarihi hem de siyaset bilimi eğitimi aldın ve söyleşi boyunca sanat ve siyaset arasındaki ilişkinin altını çizdin. Bu zaten inkâr edilemez bir ilişki. İki konuda da eğitim almış biri olarak akademik çalışmaların şaşırtıcı bir biçimde bu ilişkiyi daha derinlemesine kavramanı sağladı mı, yoksa zaten en başından beri böyle düşündüğün için bu alanlara yöneldin ve düşüncen aynı şekilde devam ediyor mu?
Şöyle söyleyeyim, her anında şaşırdım. Bütün söyleşi boyunca konuştuğumuz gibi sanatın her döneminde eserler bir toplumsal bağlamda çıkıyor. Ama çoğu zaman, örneğin resimden bahsediyorsak maruz kaldığımız şey genel olarak bunların fotoğrafları. Bu imgelerle karşılaştığımızda görsel hafızamızda bir şekilde yer ediyor ama çoğunlukla bırakalım toplumsal bağlamını, bunların tarihleri bile bilinmez. Dolayısıyla hepsinde o dönemi belli bir mantiki gelişim süreci içinde incelediğinde doğal olarak şaşırıyorsun. Bu durum sanatın her döneminde her eser için hatta kötü sanat için de geçerli.
Aynı zamanda kurumun yönetim kurulu içinde yer alıyorsun. Geçtiğimiz iki yılda hedeflerinize ulaşmak açısından ne kadar yol kat edebildiniz?
Pek çok açıdan, Alsancak’taki yerimizden çıkıp ciddî yükümlülükler altına girerek Konak’a gelmek kısa vadede mantıklı değildi, ama biz bu kararı bilinçli olarak aldık. Orta vadede ve öyle çok uzak bir gelecekten bahsetmiyoruz çünkü şimdiden işaretlerini görüyoruz, bu kararımızın çok fazla meyvesini toplayacağımız kanaatindeyiz. Şunu söylemekte hiçbir beis yok; tarihî Konak Sineması’ndaki ilk iki yılımız büyük oranda hazırlıkla geçti. Eski bir bina olmasından kaynaklı fiziksel problemlerden tutun da genel olarak ekiplerle ve sanatçılarla kurulan ilişkilerden izleyicilere ulaşılmasına kadar çok fazla ayrıntısı olan bir iş. Ve biz aşağı yukarı hazırlıklarımızı tamamladığımızı daha yeni söyleyebiliyoruz.
FARKLI SANAT DİSİPLİNLERİNDEN BÜTÜNLÜĞE GİDİŞ
Açılacak yeni atölyeleri de bu sürecin bir çıktısı olarak mı görmek lazım?
Mart ayında başlayacak atölyeler, hazırlıklarımızı tamamlayıp dışarı bakmaya başladığımızın bir göstergesi. Eğer Nâzım Hikmet Kültür Merkezi, gerçekten bir kültür merkezi olacaksa sanatın farklı disiplinlerinin birbirleriyle etkileşim içinde üretim yaptığı bir mekân haline gelmesi lazım. Mart ayıyla birlikte dil atölyelerini bir kenara bırakırsak dört tane aktif atölyemiz olacak: Tiyatro, Film Yapım, Sanat Tarihi ve Kara Roman. Yakın zamana buna bir de Fotoğrafçılık eklemeyi düşünüyoruz. Bizim hedefimiz birkaç atölye döneminden sonra tüm bu atölye katılımcılarının ortak katkı koyacakları birtakım etkinlikler düzenlemek.
Nasıl mümkün olacak bu?
Örneğin; “bir imge nasıl okunur” diye bir seminer yaptığımızda tüm bu atölyelere gelenleri ilgilendirir ve ortaya çok geniş bir perspektif ve bütünlük çıkmış olur. Bunlar doğrudan üretime yansıyacak şeyler. Evet bu sene tiyatro atölyemiz yine bir oyun sahneleyecek ama neden gelecek sene oyuncularımız NHKM bünyesinde yazılmış bir oyunu sahnelemesin? Dekor kısmında neden bizim başka atölyelerimizde yetişmiş arkadaşlarımız görev almasın? Ya da neden tüm bu oyun sürecinin bir belgeseli hazırlanmasın? Bunun sınırı yok. Dolayısıyla hedefimiz burayı adım adım gerçek bir kültür merkezine, sürekli üretim yapan bir odağa dönüştürmek ve bu üretimi de İzmir’in emekçi mahallerine taşıyarak o içimize hiç sinmeyen duruma müdahale etmek.
Buradan anlamamız gereken bütün atölyelerin bir bütün olduğu, birbirine katkı koyduğu ve İzmir’in emekçilerine sunmak üzere birlikte üretim yaptığı bir okul mudur?
Kesinlikle, tam olarak böyle. Niyetimiz asla sürekli doldur boşalt yaptığımız atölyeler değil; bizim atölyelerimize katılan insanların zamanla NHKM’deki üretimin bir parçası haline gelmeleri. Bunun da çok fazla yolu var. Tek ihtiyacımız toplam enerjimizi arttırmak. Ayrıca tüm bunları sadece biz dert etmiyoruz. İzmir’de bir araya gelerek ne yapabileceğimizin yollarını aradığımız, bu alanda üretim yapan, emek veren, kafa yoran sanatçılar ve akademisyenler var. İhtiyacımız, daha fazla insanın omuz vermesi.