Nâzım Hikmet Kültür Merkezi – İzmir, kentin önemli sorunlarından biri olarak görülen sinema filmi üretiminin kısıtlılığına “Film Yapım Atölyesi” ile karşılık veriyor. Atölyenin hangi ihtiyaçlar üzerine kurgulandığını, 16 hafta sürecek olan yoğun ders programının içeriğini, kısa-orta-uzun vadedeki hedeflerini, atölyenin yürütücülüğünü üstlenen, Pusula Film’in kurucusu, deneyimli yapımcı ve yönetmen Ömer Can ile konuştuk.
Klasik bir giriş yapalım isterseniz. Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
1977 Adana doğumluyum. Lise öğrenimimi İzmir Gaziemir Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1996 yılında Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne girdim. İstanbul Üniversitesi’ne yatay geçiş yaptım ve akabinde sinema-televizyon sektöründe çalışma hayatım başladı. Yaklaşık 24 yıldır sektörde yapımcılık ve yönetmenlik yapıyorum. Bugüne kadar çok sayıda film ve dizinin prodüksiyonunu gerçekleştirdim.
Sinema eğitimi alırken yapımcılığa yönelmeniz nasıl gerçekleşti?
Ben mesleğe reji asistanı olarak başladım, daha sonra doğan bir ihtiyaç sonucu yapım bölümüne geçtim. Tabii o tarihlerde sektörde prodüksiyon-yapım işlerini Yeşilçam’dan gelen alaylı kişiler yapıyordu. Eğitimli tek yapım sorumlusuydum. Geçici olarak başladığım yapım bölümünün aslında bu işin mutfağı olduğunu fark edince kendimi o kulvarda geliştirmeye karar verdim. Sırasıyla yapım amirliği, yapım sorumluluğu, yapım koordinatörlüğü, uygulayıcı yapımcılık görevlerini üstlendim. 2010 yılında kendi yapım şirketim Pusula Film’i kurdum. 2011 yılında da kendi filmlerimi çekerek yönetmenliğe başladım.
Sektördeki ilerleyiş genelde tam tersi değil midir? Reji asistanlığı, yönetmen yardımcılığı, ardından yönetmenlik ve gerekli şartlar oluşursa yapımcılık değil midir normal süreç?
Doğru, ama bende tersine işledi. Bildiğim kadarıyla mesleki kariyeri bu şekilde ilerleyen başka bir meslektaşım da yok. Kendi tecrübemden yola çıkarak söyleyebilirim ki, eğitimli arkadaşlarımızın bu yolu tercih etmemesi ciddi bir sorun. Yapım işine girdiğim anda, oranın işin mutfağı olduğunu fark ettim ve bir filmin ortaya çıkmasındaki bütün süreçleri öğrenerek kendi filmlerimi çekecek olanakları yaratabileceğim hissiyle hareket ettim. Nitekim öyle oldu.
(Yapımcı ve Yönetmen Ömer Can’ın filmografisine buradan ulaşabilirsiniz: http://pusulafilm.com/omer-can/ )
HEYECAN VEREN HER FİKİR HAYATA GEÇİRİLMELİ
Filmografinize baktığımızda hem yapımcı hem de yönetmen olarak birbirinden farklı türlerde filmler ve diziler ürettiğinizi görüyoruz. Genelde bir yapımcının ya da yönetmenin elinden belirli türde eserler çıkar. Siz burada da alışılmışın dışında bir yol izliyorsunuz. Bu sektörel bir zorunluluktan mı doğuyor yoksa bilinçli bir tercih mi?
Eğer bir fikir bende bir heyecan uyandırıyorsa onun ne olduğunun pek bir önemi yok. Bu çok basit bir kısa film de olabilir, yeter ki o fikir bir heyecan yaratsın. Örneğin, 130 kişilik bir ekibin görev aldığı, binlerce kostümün dikildiği, binlerce figürasyonla çalıştığımız Türkiye’nin en büyük prodüksiyonlarından birini 12 haftada tamamladık. Hemen ardından 6 kişilik bir ekiple bir kısa film yaptık. Eğer bir fikir heyecan yaratıyorsa onu hayata geçirmek için ne gerekiyorsa yapmak gerektiğine inanıyorum.
Yönetmenliğini yaptığınız ilk film bir belgesel. Adana’da bir gettoda geçiyor. Daha sonra “Toprağa Uzanan Eller” adında, içinde fantastik ögeler barındıran bir filme imza attınız. Sonraki filmlerinizde de “gerçeklik” ögesi açısından farklı yaklaşımlar görüyoruz. İşin yapımcılık kısmında “heyecan” faktörüyle hareket ediyorsunuz; peki yönetmen olarak sinemanızda gerçekliği nasıl tarif edersiniz?
Toplumsal gerçekliğe çok önem veriyorum ve projelerimde bunun altını çizmeye çalışıyorum. “Toprağa Uzanan Eller” fantastik ögeler barındıran bir film tamam, ama çok gerçekçi bir altyapısı ve dramatik kurgusu olan bir film. Hatta o dönem kimi eleştirmenlerden “Yılmaz Güney’den sonra kamerasını Çukurova’ya böyle çeviren bir yönetmen daha görmemiştik” gibi olumlu eleştiriler de aldı. “Denizden Gelen” filmimiz de toplumsal gerçeklik üzerine kurduğumuz bir hikâyeydi. Kendi sinema anlayışımda biraz Yılmaz Güney motiflerinden etkilenmeyi, biraz gerçekçi-toplumsal değerler üzerinden hareket etmeyi tercih ediyorum.
İsterseniz atölyeye geçelim. Haftada üç saat üzerinden 16 haftalık bir çalışma yapacaksınız.
Çok daha esnek bir çalışma olacak. Mesela, uygulama yaparken üç saat değil sekiz saat çalışmak zorunda kalabiliriz, tabii öğrencilerin de onayını alarak. Aslında sinema filmi yapmanın realitesi de bu ve bunu birlikte yaşayacağız.
ATÖLYE KATILIMCILARIMIZ YAPARAK ÖĞRENECEK
16 haftalık atölye programında bir filmin fikir olarak ortaya çıkmasından beyaz perdeye yansımasına kadar bütün süreçlerin uygulanacağını görüyoruz. Fakat sizin de anlattığınız gibi, bütün bu birikim ve tecrübeye sahip olmak, yıllar süren bir emeğin neticesi. Bütün bu birikim ve tecrübeyi 16 hafta içinde derinlemesine aktarmak nasıl mümkün olacak?
Tamamıyla uygulamaya, pratiğe dayalı bir çalışma olacak. Örneğin derslerde dünya sinema tarihi gibi teorik konuları anlatmayacağız, bu bilgilere ulaşmak artık çok kolay. Daha çok uygulayarak, okullarda ya da başka yerlerde edinilemeyecek pratik bilgileri aktararak geçireceğiz bu atölyeyi. Ve en önemlisi: üreterek. Plan ne demektir, sekans ne demektir bunları kâğıt üzerinde anlatarak değil, o planı çekerek, öğrenciye çektirerek aktaracağız. Ya da bir sahne nasıl tasarlanır, o sahneyi birlikte yazarak, yazdırarak, atmosferini birlikte tasarlayarak, kamerasını birlikte kurup ışığını birlikte ayarlayarak uygulamalı olarak göstereceğiz. Bu daha uzun zamanda da yapılabilirdi ancak sıkıştırılmış bir programda 16 hafta yeterli olacaktır.
Öyleyse öğrencilerin bu 16 hafta içinde son derece disiplinli çalışmaları gerekecek.
Tabii.
AMACIMIZ FİLM ÜRETİMİNE DAYALI BİR OKUL OLMAK
Duyuru metninden anladığımız kadarıyla 16 haftayla sınırlı kalacak bir çalışma da değil hedeflenen. Bu atölyenin zamanla Nâzım Hikmet Kültü Merkezi – İzmir bünyesindeki “gönüllü ve kalıcı bir sinema ekibine” dönüşeceğinin altı çiziliyor. Bundan kasıt nedir?
Bana göre bu atölyenin en temel sonucu üretim olmalı. Süreç devam ettikçe genç yetenekleri keşfetmeli, doğru kanalize etmeli, onları profesyonelleştirmeli ve burayı yeni yönetmenler, yeni senaristler, yeni ses ve ışıkçılar, yeni görüntü ve sanat yönetmenleri, yeni kurgucular yetiştiren bir okula dönüştürerek finalde daha büyük prodüksiyonlara zemin hazırlayacak bir kadro oluşturmalıyız. Tabii bu zamanla olacak bir şey. O nedenle tek bir atölyeyle kalmayı da düşünmüyoruz. Yılda birkaç atölye yapabilirsek çok değil bir yıl sonra NHKM bünyesinde çok ciddi bir bilgi birikimine ve film üretimine sahip olabiliriz.
Böyle anlattığınız zaman gerçekten güzel geliyor ama tüm bunlar gerçekleştiğinde İzmir’de hangi boşluk dolacak, bu hedefler hangi ihtiyacın ürünü?
Bana göre İzmir’de bizim alanımızla bağlantılı beş üniversite var, çok değerli hocalar var, çok yetenekli arkadaşlar var, ama üretim yeterli olmadığı için ya âtıl kalıyorlar, ya mecburen benim gibi İstanbul’a gidiyorlar, ya da başka işlerle uğraşmak zorunda kalıyorlar. Eğer biz NHKM bünyesinde bu üretim potansiyelini ve kadrolaşmayı oluşturabilirsek, İzmir’deki olumsuz durumu değiştirmek konusunda da başarılı oluruz diye düşünüyorum.
Atölye boyunca yapım sürecinin bütün aşamaları öğretilecek olsa da “üretime dayalı kalıcı bir kadro” dediğimiz zaman bir uzmanlaşmadan söz etmek gerekmiyor mu? Yoksa üretim süreci içinde herkesin her şeyi yaptığı, görevlerin daha geçişken olduğu bir yapı mı düşünüyorsunuz?
Hayır öyle düşünmüyorum. Bana göre herkes her şeyi yapamaz.
Yapamaz mı, yapmamalı mı?
Yapmamalı, yapamaz da zaten. Teknik olarak mümkün değil. Mesela Fas’ta bir dizi çekmiştim, 65 yaşında bir reji asistanıyla çalıştım. İşinde inanılmaz deneyimliydi. Benim gördüğüm en profesyonel reji asistanı ve mesleği o. Hiçbir zaman “yönetmen olmalıyım” diye düşünmemiş. O birinci asistan ve o kadar önemli ki yaptığı iş. Türkiye’de durum tam tersi. Evet sinema sektörü büyüyor ama büyük sorunlarla büyüyor. Herkes her işi yapıyor, herkes her işten anladığını düşünüyor ve dolayısıyla kimse hiçbir şey yapamamış oluyor. Biz bu yapacağımız atölyelerle, tek bir atölyede olacak bir iş değil bu ama belli bir sürecin sonunda kendi uzmanlaşma alanlarımızı oluşturacağız.
Nasıl sağlayacaksınız bunu?
Atölyeler boyunca öğrencilerin yeteneklerini keşfederek yönlendireceğiz, kanalize edeceğiz ve yetiştireceğiz.
Bunlar uzun vadeli hedefler tabii, önümüzdeki 16 haftalık sürece dönecek olursak… Sözgelimi ben sinemaya ve film yapımına dair profesyonel ya da uzmanlaşmaya yönelik hedeflere sahip değilim. Diyelim ki zaten hayatımı kazandığım bir işim var ve vaktimin çoğunu alıp götürüyor. Yine de hobi olarak sinemayı, bir filmin nasıl çekildiğini öğrenmek istiyorum. Bu deneyimin beni daha gelişkin kılacağına inanıyorum. Sizin yürüteceğiniz atölyenin bu durumdaki insanlara katkısı ne olacak?
Film yapımı bireysel değil, kollektif bir iştir. Film yapmak için zaten bir ekiple hareket etmeniz gerekir. Sırf bu açıdan baktığımızda, atölyeye katılarak o ekiplere dahil olup üretimin bütün aşamalarını profesyonel bir bakış açısıyla görüp o hazzı yaşamak bile yeterlidir bence. Film yapımının bütün aşamalarını deneyimlemek, kendi yeteneklerini keşfetmek, bundan keyif almak için bile bu atölyelere dahil olunabilir.
ARA DERS: 1 MAYIS’TA EMEKÇİ ÇOCUKLAR BELGESELİ
Atölye programında dikkat çeken bir 1 Mayıs Miting çalışması var. Bu bile hem sizin hem de NHKM’nin sinemanın işlevine dahil yaklaşımına dair bir ipucu veriyor. Burayı daha fazla açmadan ipin ucunu size bırakmış olayım. Nedir sinemanın işlevi ve bu 1 Mayıs çalışmasındaki hedef?
Aslında bu yıl 1 Mayıs günü bizim atölyemizin 8. hafta dersiyle aynı güne denk geliyor. Bu bir rastlantı olsa da bizde başka bir şey uyandırdı. Zaten alan ve uygulama çalışmaları yapacaktık, atölye sorumlusu arkadaşlarla konuştuğumuzda bunu küçük bir belgesele dönüştürme fikri oluştu. 1 Mayıs’taki emekçi çocukların, dört çocuğun 1 Mayıs günlüğünü çekmek gibi bir fikir var. Bunu öğrencilerle birlikte planlayacağız. Emekçi çocukların 1 Mayıs’ı nasıl yaşadığını anlatan mini bir belgesel gibi bir fikir bu.
Yani atölye sonunda çekilecek filmden önce ara bir film daha üretilmiş olacak.
İnanıyorum ki bu fikir bizi başka yerlere götürecek. Ön hazırlığımız ne kadar sağlıklı olursa o kadar verimli bir sonuç alabiliriz.
Bir anlamda NHKM Film Yapım Atölyesi 1 Mayıs gününde kameralarını işçi sınıfına çevirecek. Peki 16 hafta sonunda ortaya çıkacak filmde de böyle bir duruş mu göreceğiz? Yine emekçilerin hayatına mı odaklanacaksınız?
Şu anda belirlediğimiz bir şey yok. Atölyeye katılan her öğrencimizden bir fikir isteyeceğiz. Sen bir film yapmak istesen neyle ilgili nasıl bir film yapmak istersin, bu filmin fikri ne olur, diye bütün öğrencilere soracağız. Sonra biz bütün öğrencilerle birlikte o fikri geliştirip bir hikâyeye, ardından bir senaryoya dönüştüreceğiz. Ardından her öğrencinin oluşturacağı senaryonun kritik ve muhakemesini yapacağız. Çoğunluğun hemfikir olacağı bir ya da iki projeyi belirleyip onu hayata geçireceğiz. O nedenle şimdiden bir şey belirlemedik. Bütün atölye katılımcıları o projede çeşitli görevler alacak.
Bu söyleşiyi tarihî bir binada yapıyoruz. 1957 yılında açılmış ve İzmir’in kent belleğinde önemli yer tutan Konak Sineması tarihin karanlığına terk edilmişti. NHKM bu binayı bir tiyatro ve konser sahnesi ve iki sinema salonuyla birlikte yeniden İzmir’in kültür sanat yaşamına kazandırmış oldu. Atölyeyi ve bahsettiğiniz bütün bu üretimleri böyle bir binada gerçekleştirecek olmak sizde nasıl bir duygu yaratıyor?
Ben burada çocukluk yıllarımda çok fazla film izledim. Benim için de burası derin izlere sahip özel bir yer. İstanbul’dan İzmir’e bakarken hep “Konak Sineması yaşatılmalı” hissiyatıyla baktık. Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin bu yapıya sahip çıkması, hayatına devam etmesini sağlaması çok önemli. Burada bu çalışmayı yapacak olmak benim için çok heyecan verici. Muhtemelen 25-30 yıl önceki anılarım gözümde canlanacak arada.
Şu anda da gözünüzde canlanan heyecanı ben görebiliyorum ama yazılı bir söyleşi olduğu için şimdilik okurlar göremeyecek. Umarım yakın gelecekte atölyenin hedeflerine ulaşmasıyla birlikte bu mekânda yeni filmlerin üretilmesinden duyduğunuz heyecanı İzmirli sinemaseverlerle paylaşabiliriz.
Umarım.