Memlekette “tiyatro” denince neler geliyor aklımıza? Çürümeye terk edilen Muammer Karaca Tiyatrosu, yerle yeksan edilen, “yıktık işte çatlasınlar, patlasınlar” diye övünülen AKM’nin enkazı, özel tiyatrolara ayrılan ödenekten “muhalif” oldukları gerekçesiyle dışlanan yılların tiyatrocuları, düşüncelerini ifade ettikleri için Şehir Tiyatrosu’ndan hukuksuzca atılan oyuncular, televizyon kanallarına gönderilen kara listeler, hükümeti eleştirdiği için “müsvedde” diye hakaret edilen, yurtdışına çıkışı yasaklanan usta isimler, sosyal medyada linç kampanyasına uğrayan, yazdıkları yazılar nedeniyle durmaksızın haklarında dava açılan onlarca isim, AVM’lerin içine sıkıştırılan fahiş fiyatlı salonlarda, içeriği kof, prodüksiyonu yüksek, suya sabuna dokunmayan oyunların sayısındaki enflasyon, suya sabuna dokunmayan oyunlara sponsorların, medyanın ilgisi, desteği, düzeni sorgulayan, AVM’lere sıkışmayı reddeden tiyatroların salonsuzlukla terbiye edilmeye çalışılması, medyanın üç maymunu oynaması…
Peki, durum tiyatroda böyle de diğer sanat alanlarında farklı mı? “Tükürürüm böyle sanatın içine” denilerek tükürülen, belden aşağısı çarşafla kapatılan, kırılan, tahrip edilen, meydandan kaldırılan, “kaybolan” heykeller… Gericilerce basılan sanat galerileri… Saray toplantılarına katılmadığı için konserleri iptal edilen müzisyenler… Piyasanın kurallarına göre çalmayan, söylemeyen müzisyenlerin yoksulluğa mahkum edilmesi… Külliye’ye daveti geri çevirdiği için vergi memurlarınca ertesi gün inceleme altına alınan sanatçılar… Kültür Bakanlığı desteğinden mahrum edilen sinemacılar… Sinema salonları yüzlerine kapatılan, filmleri haksız bir biçimde +18’le etiketlenen yönetmenler, Sinema Yasası ile piyasaya, sermayeye tam boy teslim edilen sinema sanatının kendisi… Yandaş bir “gazete”ye “Aynı Gemideyiz” röportajı vererek iktidarın gadrinden sıyrılacağını sanan “sanatçı”lar da cabası.
Peki, durum bu karamsar manzaradan mı ibaret? Hayır, elbette değil!
“Aynı gemide değiliz ve korkmuyoruz!” diye bildiri yayınlayan yüzlerce tiyatrocu var bu memlekette. Turneleri engellense de, salonlar yüzlerine kapatılsa da iktidara boyun eğmeyen, düşüncelerini ifade etmekten vazgeçmeyenler var. Parayı değil halkın safını seçenler var. Eylemlerde, mitinglerde, 1 Mayıs’larda kürsüde ya da kalabalığın içinde eşitliğin ve özgürlüğün sesini çoğaltanlar var. Şiirleriyle, şarkılarıyla, replikleriyle, boyalarıyla, yontularıyla mücadeleyi sahnelere, salonlara, dergilere, sokaklara taşıyanlar var.
Tıpkı mücadele eden seyirciler, sanatseverler olduğu gibi.
Şimdi ihtiyacımız olan şey sanatçılarla sanatseverlerin, sanat eserleriyle halkın birlikte mücadele etmesidir. Halkımızı ve sanatçıları bir arada mücadele etmeye, örgütlenmeye ve örgütlemeye çağırıyoruz! Eşitliği, özgürlüğü, aydınlığı örgütlemeye.
Şekspir’in söylediği gibi “Tüm dünya bir sahne” ise eğer, bu sahneye sosyalizmi çıkarmanın zamanıdır!
Ve elbette Nâzım Hikmet şu dizelerinde haklıdır ve zamanıdır:
“Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet…”
27 Mart Dünya Tiyatro Günü Kutlu Olsun!